26 - Şuarâ Sûresi
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
Rahmân ve rahîm olan Allah'ın adıyla.
1
|
Ta Sin Mim.
|
١
|
طٰسٓمٓۜ
|
<=> | |||
2
|
Bunlar, apaçık Kitab'ın âyetleridir.
|
٢
|
تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِ الْمُب۪ينِ
|
<=> | |||
3
|
Ey Muhammed! Mü'min olmuyorlar diye adetâ kendini helak edeceksin!
|
٣
|
لَعَلَّكَ بَاخِعٌ نَفْسَكَ اَلَّا يَكُونُوا مُؤْمِن۪ينَ
|
<=> | |||
4
|
Biz dilesek, onlara gökten bir mucize indiririz de, ona boyun eğmek zorunda kalırlar
|
٤
|
اِنْ نَشَأْ نُنَزِّلْ عَلَيْهِمْ مِنَ السَّمَٓاءِ اٰيَةً فَظَلَّتْ اَعْنَاقُهُمْ لَهَا خَاضِع۪ينَ
|
<=> | |||
5
|
Rahmân'dan kendilerine gelen her yeni öğütten mutlaka yüz çevirirler.
|
٥
|
وَمَا يَأْت۪يهِمْ مِنْ ذِكْرٍ مِنَ الرَّحْمٰنِ مُحْدَثٍ اِلَّا كَانُوا عَنْهُ مُعْرِض۪ينَ
|
<=> | |||
6
|
Onlar (Allah'ın âyetlerini) yalanladılar, fakat alay edegeldikleri şeylerin haberleri başlarına gelecek.
|
٦
|
فَقَدْ كَذَّبُوا فَسَيَأْت۪يهِمْ اَنْبٰٓؤُ۬ا مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ
|
<=> | |||
7
|
Yeryüzüne bakmazlar mı, orada her türden nice güzel ve yararlı bitkiler bitirdik.
|
٧
|
اَوَلَمْ يَرَوْا اِلَى الْاَرْضِ كَمْ اَنْبَتْنَا ف۪يهَا مِنْ كُلِّ زَوْجٍ كَر۪يمٍ
|
<=> | |||
8
|
Şüphesiz bunlarda (Allah'ın varlığına) bir delil vardır, ama onların çoğu inanmamaktadırlar.
|
٨
|
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ
|
<=> | |||
9
|
Şüphesiz senin Rabbin, elbette mutlak güç sahibidir, çok merhametlidir.
|
٩
|
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟
|
<=> | |||
10
|
Hani Rabbin Mûsâ'ya, "Zalimler topluluğuna, Firavun'un kavmine git! Başlarına geleceklerden hâlâ korkmuyorlar mı?" diye seslenmişti.
|
١٠
|
وَاِذْ نَادٰى رَبُّكَ مُوسٰٓى اَنِ ائْتِ الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَۙ
|
<=> | |||
11
|
Hani Rabbin Mûsâ'ya, "Zalimler topluluğuna, Firavun'un kavmine git! Başlarına geleceklerden hâlâ korkmuyorlar mı?" diye seslenmişti.
|
١١
|
قَوْمَ فِرْعَوْنَۜ اَلَا يَتَّقُونَ
|
<=> | |||
12
|
Mûsâ şöyle dedi: "Ey Rabbim! Muhakkak ki ben, beni yalanlamalarından korkuyorum."
|
١٢
|
قَالَ رَبِّ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اَنْ يُكَذِّبُونِۜ
|
<=> | |||
13
|
"Göğsüm daralır. Akıcı konuşamam. Onun için, Hârûn'a da peygamberlik ver (ve onu bana yardımcı yap)."
|
١٣
|
وَيَض۪يقُ صَدْر۪ي وَلَا يَنْطَلِقُ لِسَان۪ي فَاَرْسِلْ اِلٰى هٰرُونَ
|
<=> | |||
14
|
"Bir de onlara karşı ben suçlu durumundayım. Bu yüzden onların beni öldürmelerinden korkarım."
|
١٤
|
وَلَهُمْ عَلَيَّ ذَنْبٌ فَاَخَافُ اَنْ يَقْتُلُونِۚ
|
<=> | |||
15
|
Allah dedi ki, "Hayır, korkma! Mucizelerimizle gidin. Çünkü biz sizinle beraberiz, (her şeyi) işitmekteyiz."
|
١٥
|
قَالَ كَلَّاۚ فَاذْهَبَا بِاٰيَاتِنَٓا اِنَّا مَعَكُمْ مُسْتَمِعُونَ
|
<=> | |||
16
|
"Firavun'a gidin ve deyin: "Şüphesiz biz âlemlerin Rabbinin elçisiyiz",
|
١٦
|
فَأْتِيَا فِرْعَوْنَ فَقُولَٓا اِنَّا رَسُولُ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ
|
<=> | |||
17
|
"İsrailoğullarını bizimle beraber gönder."
|
١٧
|
اَنْ اَرْسِلْ مَعَنَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَۜ
|
<=> | |||
18
|
Firavun şöyle dedi: "Seni biz küçük bir çocuk olarak alıp aramızda büyütmedik mi? Sen ömrünün nice yıllarını aramızda geçirdin."
|
١٨
|
قَالَ اَلَمْ نُرَبِّكَ ف۪ينَا وَل۪يداً وَلَبِثْتَ ف۪ينَا مِنْ عُمُرِكَ سِن۪ينَ
|
<=> | |||
19
|
"(Böyle iken) sen o yaptığın işi yaptın (adam öldürdün). Sen nankörlerdensin."
|
١٩
|
وَفَعَلْتَ فَعْلَتَكَ الَّت۪ي فَعَلْتَ وَاَنْتَ مِنَ الْكَافِر۪ينَ
|
<=> | |||
20
|
Mûsâ şöyle dedi: "Ben onu, o vakit kendimi kaybetmiş bir halde iken (istemeyerek) yaptım."
|
٢٠
|
قَالَ فَعَلْتُـهَٓا اِذاً وَاَنَا۬ مِنَ الضَّٓالّ۪ينَۜ
|
<=> | |||
21
|
"Sizden korktuğum için de hemen aranızdan kaçtım. Derken, Rabbim bana hüküm ve hikmet bahşetti de beni peygamberlerden kıldı."
|
٢١
|
فَفَرَرْتُ مِنْكُمْ لَمَّا خِفْتُكُمْ فَوَهَبَ ل۪ي رَبّ۪ي حُكْماً وَجَعَلَن۪ي مِنَ الْمُرْسَل۪ينَ
|
<=> | |||
22
|
"Senin başıma kaktığın bu nimet (gerçekte) İsrailoğullarını köleleştirmen(in neticesi)dir."
|
٢٢
|
وَتِلْكَ نِعْمَةٌ تَمُنُّهَا عَلَيَّ اَنْ عَبَّدْتَ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَۜ
|
<=> | |||
23
|
Firavun, "Âlemlerin Rabbi de nedir?" dedi.
|
٢٣
|
قَالَ فِرْعَوْنُ وَمَا رَبُّ الْعَالَم۪ينَ
|
<=> | |||
24
|
Mûsâ, "O, göklerin ve yerin ve her ikisi arasında bulunan her şeyin Rabbidir. Eğer gerçekten inanırsanız bu böyledir."
|
٢٤
|
قَالَ رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَاۜ اِنْ كُنْتُمْ مُوقِن۪ينَ
|
<=> | |||
25
|
Firavun, etrafındakilere (alaycı bir ifade ile) "dinlemez misiniz?" dedi.
|
٢٥
|
قَالَ لِمَنْ حَوْلَـهُٓ اَلَا تَسْتَمِعُونَ
|
<=> | |||
26
|
Mûsâ, "O, sizin de Rabbiniz, geçmiş atalarınızın da Rabbidir" dedi.
|
٢٦
|
قَالَ رَبُّكُمْ وَرَبُّ اٰبَٓائِكُمُ الْاَوَّل۪ينَ
|
<=> | |||
27
|
Firavun, "Bu size gönderilen peygamberiniz, şüphesiz delidir" dedi.
|
٢٧
|
قَالَ اِنَّ رَسُولَكُمُ الَّـذ۪ٓي اُرْسِلَ اِلَيْكُمْ لَمَجْنُونٌ
|
<=> | |||
28
|
Mûsâ, "O, doğunun da batının da ve ikisi arasındaki her şeyin de Rabbidir. Eğer düşünüyorsanız bu, böyledir" dedi.
|
٢٨
|
قَالَ رَبُّ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَمَا بَيْنَهُمَاۜ اِنْ كُنْتُمْ تَعْقِلُونَ
|
<=> | |||
29
|
Firavun, "Eğer benden başka bir ilah edinirsen, andolsun seni zindana atılanlardan ederim."
|
٢٩
|
قَالَ لَئِنِ اتَّخَذْتَ اِلٰهاً غَيْر۪ي لَاَجْعَلَنَّكَ مِنَ الْمَسْجُون۪ينَ
|
<=> | |||
30
|
Mûsâ, "Sana apaçık bir delil getirmiş olsam da mı?" dedi.
|
٣٠
|
قَالَ اَوَلَوْ جِئْتُكَ بِشَيْءٍ مُب۪ينٍ
|
<=> | |||
31
|
Firavun, "Doğru söyleyenlerden isen haydi getir onu," dedi.
|
٣١
|
قَالَ فَأْتِ بِه۪ٓ اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ
|
<=> | |||
32
|
Bunun üzerine Mûsâ, asasını attı, bir de ne görsünler asa açıkça kocaman bir yılan olmuş.
|
٣٢
|
فَاَلْقٰى عَصَاهُ فَاِذَا هِيَ ثُعْبَانٌ مُب۪ينٌۚ
|
<=> | |||
33
|
Elini koynundan çıkardı, bir de ne görsünler, bakanlara bembeyaz olmuş.
|
٣٣
|
وَنَزَعَ يَدَهُ فَاِذَا هِيَ بَيْضَٓاءُ لِلنَّاظِر۪ينَ۟
|
<=> | |||
34
|
Firavun, çevresindeki ileri gelenlere, "Şüphesiz bu bilgin bir sihirbazdır" dedi.
|
٣٤
|
قَالَ لِلْمَلَأِ حَوْلَـهُٓ اِنَّ هٰذَا لَسَاحِرٌ عَل۪يمٌۙ
|
<=> | |||
35
|
"Sizi, yaptığı sihirle, yurdunuzdan çıkarmak istiyor. Ne dersiniz?"
|
٣٥
|
يُر۪يدُ اَنْ يُخْرِجَكُمْ مِنْ اَرْضِكُمْ بِسِحْرِه۪ۗ فَمَاذَا تَأْمُرُونَ
|
<=> | |||
36
|
Dediler ki: "Onu ve kardeşini alıkoy.Şehirlere de toplayıcı adamlar gönder."
|
٣٦
|
قَالُٓوا اَرْجِهْ وَاَخَاهُ وَابْعَثْ فِي الْمَدَٓائِنِ حَاشِر۪ينَۙ
|
<=> | |||
37
|
"Sana bütün usta sihirbazları getirsinler."
|
٣٧
|
يَأْتُوكَ بِكُلِّ سَحَّارٍ عَل۪يمٍ
|
<=> | |||
38
|
Böylece sihirbazlar, belli bir günün belirlenen bir vaktinde bir araya getirildiler.
|
٣٨
|
فَجُمِعَ السَّحَرَةُ لِم۪يقَاتِ يَوْمٍ مَعْلُومٍۙ
|
<=> | |||
39
|
İnsanlara da "Siz de toplanır mısınız?" denildi.
|
٣٩
|
وَق۪يلَ لِلنَّاسِ هَلْ اَنْتُمْ مُجْتَمِعُونَۙ
|
<=> | |||
40
|
"Umarız, üstün gelirlerse sihirbazlara uyarız" (dediler.)
|
٤٠
|
لَعَلَّنَا نَتَّبِعُ السَّحَرَةَ اِنْ كَانُوا هُمُ الْغَالِب۪ينَ
|
<=> | |||
41
|
Sihirbazlar gelince, Firavun'a, "Eğer biz üstün gelirsek gerçekten bize bir mükafat var mı?" dediler.
|
٤١
|
فَلَمَّا جَٓاءَ السَّحَرَةُ قَالُوا لِفِرْعَوْنَ اَئِنَّ لَنَا لَاَجْراً اِنْ كُنَّا نَحْنُ الْغَالِب۪ينَ
|
<=> | |||
42
|
Firavun, "Evet, hem o takdirde mutlaka bana yakın kimselerden olacaksınız" dedi.
|
٤٢
|
قَالَ نَعَمْ وَاِنَّكُمْ اِذاً لَمِنَ الْمُقَرَّب۪ينَ
|
<=> | |||
43
|
Mûsâ onlara, "Hadi ortaya atacağınız şeyi atın" dedi.
|
٤٣
|
قَالَ لَهُمْ مُوسٰٓى اَلْقُوا مَٓا اَنْتُمْ مُلْقُونَ
|
<=> | |||
44
|
Bunun üzerine onlar iplerini ve değneklerini attılar ve "Firavun'un gücüyle elbette bizler üstün geleceğiz" dediler.
|
٤٤
|
فَاَلْقَوْا حِبَالَهُمْ وَعِصِيَّهُمْ وَقَالُوا بِعِزَّةِ فِرْعَوْنَ اِنَّا لَنَحْنُ الْغَالِبُونَ
|
<=> | |||
45
|
Mûsâ da asasını attı. Bir de ne görsünler, asâ onların düzdükleri sihir takımlarını yutuyor.
|
٤٥
|
فَاَلْقٰى مُوسٰى عَصَاهُ فَاِذَا هِيَ تَلْقَفُ مَا يَأْفِكُونَۚ
|
<=> | |||
46
|
Bunun üzerine sihirbazlar derhal secdeye kapandılar.
|
٤٦
|
فَاُلْقِيَ السَّحَرَةُ سَاجِد۪ينَۙ
|
<=> | |||
47
|
"Âlemlerin Rabbine inandık" dediler.
|
٤٧
|
قَالُٓوا اٰمَنَّا بِرَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ
|
<=> | |||
48
|
"Mûsâ'nın ve Hârûn'un Rabbi'ne."
|
٤٨
|
رَبِّ مُوسٰى وَهٰرُونَ
|
<=> | |||
49
|
Firavun, "Ben size izin vermeden ona inandınız ha? Mutlaka o size sihri öğreten büyüğünüzdür. Yakında bilip göreceksiniz siz! Andolsun, ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve hepinizi asacağım" dedi.
|
٤٩
|
قَالَ اٰمَنْتُمْ لَهُ قَبْلَ اَنْ اٰذَنَ لَكُمْۚ اِنَّهُ لَكَب۪يرُكُمُ الَّذ۪ي عَلَّمَكُمُ السِّحْرَۚ فَلَسَوْفَ تَعْلَمُونَۜ لَاُقَطِّعَنَّ اَيْدِيَكُمْ وَاَرْجُلَكُمْ مِنْ خِلَافٍ وَلَاُصَلِّبَنَّكُمْ اَجْمَع۪ينَ
|
<=> | |||
50
|
Sihirbazlar şöyle dediler: "Zararı yok, mutlaka Rabbimize döneceğiz."
|
٥٠
|
قَالُوا لَا ضَيْرَۘ اِنَّٓا اِلٰى رَبِّنَا مُنْقَلِبُونَۚ
|
<=> | |||
51
|
"(Burada) ilk inananlar biz olduğumuz için şüphesiz Rabbimizin, hatalarımızı bağışlayacağını umuyoruz."
|
٥١
|
اِنَّا نَطْمَعُ اَنْ يَغْفِرَ لَنَا رَبُّنَا خَطَايَانَٓا اَنْ كُنَّٓا اَوَّلَ الْمُؤْمِن۪ينَۜ۟
|
<=> | |||
52
|
Biz Mûsâ'ya, "Kullarımı geceleyin yola çıkar, muhakkak ki takip edileceksiniz" diye vahyettik.
|
٥٢
|
وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اَنْ اَسْرِ بِعِبَاد۪ٓي اِنَّكُمْ مُتَّبَعُونَ
|
<=> | |||
53
|
Firavun da şehirlere (asker) toplayıcılar gönderdi.
|
٥٣
|
فَاَرْسَلَ فِرْعَوْنُ فِي الْمَدَٓائِنِ حَاشِر۪ينَۚ
|
<=> | |||
54
|
Dedi ki, "Bunlar pek az ve önemsiz bir topluluktur."
|
٥٤
|
اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ لَشِرْذِمَةٌ قَل۪يلُونَۙ
|
<=> | |||
55
|
"Şüphesiz onlar bize öfke duyuyorlar."
|
٥٥
|
وَاِنَّهُمْ لَنَا لَـغَٓائِظُونَۙ
|
<=> | |||
56
|
"Ama biz uyanık ve tedbirli bir topluluğuz."
|
٥٦
|
وَاِنَّا لَجَم۪يعٌ حَاذِرُونَۜ
|
<=> | |||
57
|
Biz de Firavun'un kavmini bahçelerden, pınar başlarından, servetlerden ve iyi bir konumdan çıkardık.
|
٥٧
|
فَاَخْرَجْنَاهُمْ مِنْ جَنَّاتٍ وَعُيُونٍۙ
|
<=> | |||
58
|
Biz de Firavun'un kavmini bahçelerden, pınar başlarından, servetlerden ve iyi bir konumdan çıkardık.
|
٥٨
|
وَكُنُوزٍ وَمَقَامٍ كَر۪يمٍۙ
|
<=> | |||
59
|
İşte böyle yaptık ve onlara, İsrailoğullarını mirasçı kıldık.
|
٥٩
|
كَذٰلِكَۜ وَاَوْرَثْنَاهَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَۚ
|
<=> | |||
60
|
Firavun ve adamları gün doğarken onları takibe koyuldular.
|
٦٠
|
فَاَتْبَعُوهُمْ مُشْرِق۪ينَ
|
<=> | |||
61
|
İki topluluk birbirini görünce Mûsâ'nın arkadaşları, "Eyvah yakalandık" dediler.
|
٦١
|
فَلَمَّا تَـرَٓاءَ الْجَمْعَانِ قَالَ اَصْحَابُ مُوسٰٓى اِنَّا لَمُدْرَكُونَۚ
|
<=> | |||
62
|
Mûsâ, "Hayır!, Rabbim şüphesiz benimledir, bana yol gösterecektir" dedi.
|
٦٢
|
قَالَ كَلَّاۚ اِنَّ مَعِيَ رَبّ۪ي سَيَهْد۪ينِ
|
<=> | |||
63
|
Bunun üzerine Mûsâ'ya, "Asan ile denize vur" diye vahyettik. Deniz derhal yarıldı. Her parçası koca bir dağ gibiydi.
|
٦٣
|
فَاَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اَنِ اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْبَحْرَۜ فَانْفَلَقَ فَكَانَ كُلُّ فِرْقٍ كَالطَّوْدِ الْعَظ۪يمِۚ
|
<=> | |||
64
|
Ötekileri de oraya yaklaştırdık.
|
٦٤
|
وَاَزْلَفْنَا ثَمَّ الْاٰخَر۪ينَۚ
|
<=> | |||
65
|
Mûsâ'yı ve beraberindekilerin hepsini kurtardık.
|
٦٥
|
وَاَنْجَيْنَا مُوسٰى وَمَنْ مَعَهُٓ اَجْمَع۪ينَۚ
|
<=> | |||
66
|
Sonra ötekileri suda boğduk.
|
٦٦
|
ثُمَّ اَغْرَقْنَا الْاٰخَر۪ينَۜ
|
<=> | |||
67
|
Bunda şüphesiz bir ibret vardır. Ama pek çokları iman etmiş değillerdi.
|
٦٧
|
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ
|
<=> | |||
68
|
Şüphesiz ki senin Rabbin elbette mutlak güç sahibidir, çok merhametlidir.
|
٦٨
|
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟
|
<=> | |||
69
|
Ey Muhammed! Onlara İbrahim'in haberini de oku.
|
٦٩
|
وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَاَ اِبْرٰه۪يمَۢ
|
<=> | |||
70
|
Hani o babasına ve kavmine, "Neye tapıyorsunuz?" demişti.
|
٧٠
|
اِذْ قَالَ لِاَب۪يهِ وَقَوْمِه۪ مَا تَعْبُدُونَ
|
<=> | |||
71
|
"Putlara tapıyoruz ve onlara tapmağa devam edeceğiz" demişlerdi.
|
٧١
|
قَالُوا نَعْبُدُ اَصْنَاماً فَنَظَلُّ لَهَا عَاكِف۪ينَ
|
<=> | |||
72
|
İbrahim dedi ki: "Onlara yalvardığınızda sizi işitiyorlar mı?"
|
٧٢
|
قَالَ هَلْ يَسْمَعُونَكُمْ اِذْ تَدْعُونَۙ
|
<=> | |||
73
|
"Yahut size fayda veya zararları dokunur mu?"
|
٧٣
|
اَوْ يَنْفَعُونَكُمْ اَوْ يَضُرُّونَ
|
<=> | |||
74
|
"Hayır, ama biz babalarımızı böyle yaparken bulduk" dediler.
|
٧٤
|
قَالُوا بَلْ وَجَدْنَٓا اٰبَٓاءَنَا كَذٰلِكَ يَفْعَلُونَ
|
<=> | |||
75
|
İbrahim şöyle dedi: "Sizin ve geçmiş atalarınızın taptığı şeyleri gördünüz mü?"
|
٧٥
|
قَالَ اَفَرَاَيْتُمْ مَا كُنْتُمْ تَعْبُدُونَۙ
|
<=> | |||
76
|
İbrahim şöyle dedi: "Sizin ve geçmiş atalarınızın taptığı şeyleri gördünüz mü?"
|
٧٦
|
اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمُ الْاَقْدَمُونَ
|
<=> | |||
77
|
"Şüphesiz onlar benim düşmanımdır. Ancak âlemlerin Rabbi olan Allah dostumdur."
|
٧٧
|
فَاِنَّهُمْ عَدُوٌّ ل۪ٓي اِلَّا رَبَّ الْعَالَم۪ينَۙ
|
<=> | |||
78
|
"O, beni yaratan ve bana doğru yolu gösterendir."
|
٧٨
|
اَلَّذ۪ي خَلَقَن۪ي فَهُوَ يَهْد۪ينِۙ
|
<=> | |||
79
|
"O, bana yediren ve içirendir."
|
٧٩
|
وَالَّذ۪ي هُوَ يُطْعِمُن۪ي وَيَسْق۪ينِۙ
|
<=> | |||
80
|
"Hastalandığımda da O bana şifa verir."
|
٨٠
|
وَاِذَا مَرِضْتُ فَهُوَ يَشْف۪ينِۖ
|
<=> | |||
81
|
"O, benim canımı alacak ve sonra diriltecek olandır."
|
٨١
|
وَالَّذ۪ي يُم۪يتُن۪ي ثُمَّ يُحْي۪ينِۙ
|
<=> | |||
82
|
"O, hesap gününde, hatalarımı bağışlayacağını umduğumdur."
|
٨٢
|
وَالَّـذ۪ٓي اَطْمَعُ اَنْ يَغْفِرَ ل۪ي خَط۪ٓيـَٔت۪ي يَوْمَ الدّ۪ينِۜ
|
<=> | |||
83
|
"Ey Rabbim! Bana bir hikmet bahşet ve beni salih kimseler arasına kat."
|
٨٣
|
رَبِّ هَبْ ل۪ي حُكْماً وَاَلْحِقْن۪ي بِالصَّالِح۪ينَۙ
|
<=> | |||
84
|
"Sonra gelecekler arasında beni doğrulukla anılanlardan kıl."
|
٨٤
|
وَاجْعَلْ ل۪ي لِسَانَ صِدْقٍ فِي الْاٰخِر۪ينَۙ
|
<=> | |||
85
|
"Beni Naîm cennetinin varislerinden eyle."
|
٨٥
|
وَاجْعَلْن۪ي مِنْ وَرَثَةِ جَنَّةِ النَّع۪يمِۙ
|
<=> | |||
86
|
"Babamı da bağışla. Çünkü o gerçekten yolunu şaşıranlardandır."
|
٨٦
|
وَاغْفِرْ لِاَب۪ٓي اِنَّهُ كَانَ مِنَ الضَّٓالّ۪ينَۙ
|
<=> | |||
87
|
"(Kulların) diriltilecekleri gün beni utandırma!"
|
٨٧
|
وَلَا تُخْزِن۪ي يَوْمَ يُبْعَثُونَۙ
|
<=> | |||
88
|
"O gün ki ne mal fayda verir ne oğullar!"
|
٨٨
|
يَوْمَ لَا يَنْفَعُ مَالٌ وَلَا بَنُونَۙ
|
<=> | |||
89
|
"Allah'a arınmış bir kalp ile gelen başka."
|
٨٩
|
اِلَّا مَنْ اَتَى اللّٰهَ بِقَلْبٍ سَل۪يمٍۜ
|
<=> | |||
90
|
Cennet, Allah'a karşı gelmekten sakınanlara yaklaştırılacak.
|
٩٠
|
وَاُزْلِفَتِ الْجَنَّةُ لِلْمُتَّق۪ينَۙ
|
<=> | |||
91
|
Cehennem de azgınlara gösterilecek ve onlara, "Allahı bırakıp da tapmakta olduklarınız nerede? Size yardım ediyorlar mı veya kendilerini kurtarabiliyorlar mı?" denilecek.
|
٩١
|
وَبُرِّزَتِ الْجَح۪يمُ لِلْغَاو۪ينَۙ
|
<=> | |||
92
|
Cehennem de azgınlara gösterilecek ve onlara, "Allahı bırakıp da tapmakta olduklarınız nerede? Size yardım ediyorlar mı veya kendilerini kurtarabiliyorlar mı?" denilecek.
|
٩٢
|
وَق۪يلَ لَهُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْ تَعْبُدُونَۙ
|
<=> | |||
93
|
Cehennem de azgınlara gösterilecek ve onlara, "Allahı bırakıp da tapmakta olduklarınız nerede? Size yardım ediyorlar mı veya kendilerini kurtarabiliyorlar mı?" denilecek.
|
٩٣
|
مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ هَلْ يَنْصُرُونَكُمْ اَوْ يَنْتَصِرُونَۜ
|
<=> | |||
94
|
Artık onlar ve o azgınlar ile İblis'in askerleri hepsi birden tepetakla oraya atılırlar.
|
٩٤
|
فَكُبْكِبُوا ف۪يهَا هُمْ وَالْغَاوُ۫نَۙ
|
<=> | |||
95
|
Artık onlar ve o azgınlar ile İblis'in askerleri hepsi birden tepetakla oraya atılırlar.
|
٩٥
|
وَجُنُودُ اِبْل۪يسَ اَجْمَعُونَۜ
|
<=> | |||
96
|
Orada onlar taptıklarıyla çekişerek şöyle derler:
|
٩٦
|
قَالُوا وَهُمْ ف۪يهَا يَخْتَصِمُونَۙ
|
<=> | |||
97
|
"Allah'a andolsun! Biz gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz."
|
٩٧
|
تَاللّٰهِ اِنْ كُنَّا لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍۙ
|
<=> | |||
98
|
Çünkü sizi, âlemlerin Rabbi ile bir tutuyorduk."
|
٩٨
|
اِذْ نُسَوّ۪يكُمْ بِرَبِّ الْعَالَم۪ينَ
|
<=> | |||
99
|
Bizi ancak (önderlerimiz olan) suçlular saptırdı."
|
٩٩
|
وَمَٓا اَضَلَّـنَٓا اِلَّا الْمُجْرِمُونَ
|
<=> | |||
100
|
İşte bu yüzden bizim şefaatçilerimiz yok."
|
١٠٠
|
فَمَا لَنَا مِنْ شَافِع۪ينَۙ
|
<=> | |||
101
|
"Candan bir dostumuz da yok."
|
١٠١
|
وَلَا صَد۪يقٍ حَم۪يمٍ
|
<=> | |||
102
|
Keşke (dünyaya) bir dönüşümüz olsa da inananlardan olsak.
|
١٠٢
|
فَلَوْ اَنَّ لَنَا كَرَّةً فَنَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ
|
<=> | |||
103
|
Elbet bunda bir ibret vardır. Onların çoğu iman etmiş değillerdi.
|
١٠٣
|
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ
|
<=> | |||
104
|
Şüphesiz senin Rabbin, mutlak güç sahibi olandır, çok merhametli olandır.
|
١٠٤
|
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟
|
<=> | |||
105
|
Nûh'un kavmi de Peygamberleri yalanladı.
|
١٠٥
|
كَذَّبَتْ قَوْمُ نُوحٍۨ الْمُرْسَل۪ينَۚ
|
<=> | |||
106
|
Hani kardeşleri Nûh, onlara şöyle demişti: "Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?"
|
١٠٦
|
اِذْ قَالَ لَهُمْ اَخُوهُمْ نُوحٌ اَلَا تَتَّقُونَۚ
|
<=> | |||
107
|
"Şüphesiz ben size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim."
|
١٠٧
|
اِنّ۪ي لَكُمْ رَسُولٌ اَم۪ينٌۙ
|
<=> | |||
108
|
"Artık Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin."
|
١٠٨
|
فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ
|
<=> | |||
109
|
"Buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi olan Allah'a aittir."
|
١٠٩
|
وَمَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍۚ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلٰى رَبِّ الْعَالَم۪ينَۚ
|
<=> | |||
110
|
"O halde Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin!"
|
١١٠
|
فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۜ
|
<=> | |||
111
|
Dediler ki: "Sana hep aşağılık kimseler uymuş iken, biz hiç sana inanır mıyız."
|
١١١
|
قَالُٓوا اَنُؤْمِنُ لَكَ وَاتَّبَعَكَ الْاَرْذَلُونَۜ
|
<=> | |||
112
|
Nûh şöyle dedi: "Onların yaptıklarına dair benim ne bilgim olabilir?"
|
١١٢
|
قَالَ وَمَا عِلْم۪ي بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَۚ
|
<=> | |||
113
|
"Onların hesaplarını görmek ancak Rabbime aittir. Bir anlayabilseniz!"
|
١١٣
|
اِنْ حِسَابُهُمْ اِلَّا عَلٰى رَبّ۪ي لَوْ تَشْعُرُونَۚ
|
<=> | |||
114
|
"Ben inananları kovacak değilim."
|
١١٤
|
وَمَٓا اَنَا۬ بِطَارِدِ الْمُؤْمِن۪ينَۚ
|
<=> | |||
115
|
"Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım."
|
١١٥
|
اِنْ اَنَا۬ اِلَّا نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌۜ
|
<=> | |||
116
|
Dediler ki: "Ey Nûh! (Bu işten) vazgeçmezsen mutlaka taşlananlardan olacaksın!"
|
١١٦
|
قَالُوا لَئِنْ لَمْ تَنْتَهِ۬ يَا نُوحُ لَتَكُونَنَّ مِنَ الْمَرْجُوم۪ينَۜ
|
<=> | |||
117
|
Nûh şöyle dedi: "Ey Rabbim! Kavmim beni yalanladı."
|
١١٧
|
قَالَ رَبِّ اِنَّ قَوْم۪ي كَذَّبُونِۚ
|
<=> | |||
118
|
"Artık onlarla benim aramda sen hükmet. Beni ve benimle birlikte olan mü'minleri kurtar."
|
١١٨
|
فَافْتَحْ بَيْن۪ي وَبَيْنَهُمْ فَتْحاً وَنَجِّن۪ي وَمَنْ مَعِيَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ
|
<=> | |||
119
|
Derken biz onu ve beraberindekileri dolu geminin içinde (taşıyıp) kurtardık.
|
١١٩
|
فَاَنْجَيْنَاهُ وَمَنْ مَعَهُ فِي الْفُلْكِ الْمَشْحُونِۚ
|
<=> | |||
120
|
Sonra da geride kalanları suda boğduk.
|
١٢٠
|
ثُمَّ اَغْرَقْنَا بَعْدُ الْبَاق۪ينَۜ
|
<=> | |||
121
|
Şüphesiz bunda bir ibret vardır. Onların çoğu ise iman etmiş değillerdir.
|
١٢١
|
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ
|
<=> | |||
122
|
Şüphesiz senin Rabbin mutlak güç sahibi olandır, çok merhametli olandır.
|
١٢٢
|
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟
|
<=> | |||
123
|
Âd kavmi de peygamberleri yalanladı.
|
١٢٣
|
كَذَّبَتْ عَادٌۨ الْمُرْسَل۪ينَۚ
|
<=> | |||
124
|
Hani kardeşleri Hûd, onlara şöyle demişti: "Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?"
|
١٢٤
|
اِذْ قَالَ لَهُمْ اَخُوهُمْ هُودٌ اَلَا تَتَّقُونَۚ
|
<=> | |||
125
|
"Şüphesiz ben, size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim."
|
١٢٥
|
اِنّ۪ي لَكُمْ رَسُولٌ اَم۪ينٌۙ
|
<=> | |||
126
|
"Öyle ise Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin."
|
١٢٦
|
فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ
|
<=> | |||
127
|
"Buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi olan Allah'a aittir."
|
١٢٧
|
وَمَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍۚ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلٰى رَبِّ الْعَالَم۪ينَۜ
|
<=> | |||
128
|
"Siz her yüksek yere bir alamet bina yapıp boş şeylerle eğleniyor musunuz?"
|
١٢٨
|
اَتَبْنُونَ بِكُلِّ ر۪يعٍ اٰيَةً تَعْبَثُونَۙ
|
<=> | |||
129
|
"İçlerinde ebedi yaşama ümidiyle sağlam yapılar mı ediniyorsunuz?"
|
١٢٩
|
وَتَتَّخِذُونَ مَصَانِـعَ لَعَلَّكُمْ تَخْلُدُونَۚ
|
<=> | |||
130
|
"Tutup yakaladığınız zaman zorbaca yakalarsınız."
|
١٣٠
|
وَاِذَا بَطَشْتُمْ بَطَشْتُمْ جَبَّار۪ينَۚ
|
<=> | |||
131
|
"Artık Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin."
|
١٣١
|
فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ
|
<=> | |||
132
|
"Bildiğiniz her şeyi size veren, size hayvanlar, oğullar, bahçeler ve pınarlar veren Allah'a karşı gelmekten sakının."
|
١٣٢
|
وَاتَّقُوا الَّـذ۪ٓي اَمَدَّكُمْ بِمَا تَعْلَمُونَۚ
|
<=> | |||
133
|
"Bildiğiniz her şeyi size veren, size hayvanlar, oğullar, bahçeler ve pınarlar veren Allah'a karşı gelmekten sakının."
|
١٣٣
|
اَمَدَّكُمْ بِاَنْعَامٍ وَبَن۪ينَۙ
|
<=> | |||
134
|
"Bildiğiniz her şeyi size veren, size hayvanlar, oğullar, bahçeler ve pınarlar veren Allah'a karşı gelmekten sakının."
|
١٣٤
|
وَجَنَّاتٍ وَعُيُونٍۚ
|
<=> | |||
135
|
"Çünkü ben, sizin adınıza büyük bir günün azabından korkuyorum."
|
١٣٥
|
اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍۜ
|
<=> | |||
136
|
Dediler ki: "Sen ister öğüt ver, ister öğüt verenlerden olma, bize göre birdir."
|
١٣٦
|
قَالُوا سَوَٓاءٌ عَلَيْنَٓا اَوَعَظْتَ اَمْ لَمْ تَكُنْ مِنَ الْوَاعِظ۪ينَۙ
|
<=> | |||
137
|
"Bu, öncekilerin geleneklerinden başka bir şey değildir."
|
١٣٧
|
اِنْ هٰذَٓا اِلَّا خُلُقُ الْاَوَّل۪ينَۙ
|
<=> | |||
138
|
"Biz azaba uğratılacak da değiliz."
|
١٣٨
|
وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّب۪ينَۚ
|
<=> | |||
139
|
Böylece onlar Hûd'u yalanladılar. Biz de bu yüzden onları helak ettik. Şüphesiz bunda bir ibret vardır. Onların çoğu ise iman etmiş değillerdir.
|
١٣٩
|
فَكَذَّبُوهُ فَاَهْلَكْنَاهُمْۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ
|
<=> | |||
140
|
Şüphesiz senin Rabbin mutlak güç sahibi ve çok merhametli olandır.
|
١٤٠
|
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟
|
<=> | |||
141
|
Semûd kavmi de Peygamberleri yalanladı.
|
١٤١
|
كَذَّبَتْ ثَمُودُ الْمُرْسَل۪ينَۚ
|
<=> | |||
142
|
Hani kardeşleri Salih onlara şöyle demişti: "Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?"
|
١٤٢
|
اِذْ قَالَ لَهُمْ اَخُوهُمْ صَالِحٌ اَلَا تَتَّقُونَۚ
|
<=> | |||
143
|
"Ben size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim."
|
١٤٣
|
اِنّ۪ي لَكُمْ رَسُولٌ اَم۪ينٌۙ
|
<=> | |||
144
|
"Öyle ise Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin!"
|
١٤٤
|
فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ
|
<=> | |||
145
|
"Buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi olan Allah'a aittir."
|
١٤٥
|
وَمَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍۚ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلٰى رَبِّ الْعَالَم۪ينَۜ
|
<=> | |||
146
|
"Siz buradaki bahçelerde, pınar başlarında, ekinlerde, meyveleri olgunlaşmış hurmalıklarda güven içinde bırakılacak mısınız?"
|
١٤٦
|
اَتُتْرَكُونَ ف۪ي مَا هٰهُنَٓا اٰمِن۪ينَۙ
|
<=> | |||
147
|
"Siz buradaki bahçelerde, pınar başlarında, ekinlerde, meyveleri olgunlaşmış hurmalıklarda güven içinde bırakılacak mısınız?"
|
١٤٧
|
ف۪ي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍۙ
|
<=> | |||
148
|
"Siz buradaki bahçelerde, pınar başlarında, ekinlerde, meyveleri olgunlaşmış hurmalıklarda güven içinde bırakılacak mısınız?"
|
١٤٨
|
وَزُرُوعٍ وَنَخْلٍ طَلْعُهَا هَض۪يمٌۚ
|
<=> | |||
149
|
"Bir de dağlardan ustalıkla evler yontuyorsunuz."
|
١٤٩
|
وَتَنْحِتُونَ مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتاً فَارِه۪ينَۚ
|
<=> | |||
150
|
"Artık Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin."
|
١٥٠
|
فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ
|
<=> | |||
151
|
"Yeryüzünde ıslaha çalışmayıp fesat çıkaran haddi aşmışların emrine itaat etmeyin."
|
١٥١
|
وَلَا تُط۪يعُٓوا اَمْرَ الْمُسْرِف۪ينَۙ
|
<=> | |||
152
|
"Yeryüzünde ıslaha çalışmayıp fesat çıkaran haddi aşmışların emrine itaat etmeyin."
|
١٥٢
|
اَلَّذ۪ينَ يُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِ وَلَا يُصْلِحُونَ
|
<=> | |||
153
|
Dediler ki: "Sen ancak büyülenmişlerdensin."
|
١٥٣
|
قَالُٓوا اِنَّـمَٓا اَنْتَ مِنَ الْمُسَحَّر۪ينَۚ
|
<=> | |||
154
|
"Sen de ancak bizim gibi bir beşersin. Eğer doğru söyleyenlerden isen haydi bize bir mucize getir."
|
١٥٤
|
مَٓا اَنْتَ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَاۚ فَأْتِ بِاٰيَةٍ اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ
|
<=> | |||
155
|
Salih, şöyle dedi: "İşte bir dişi deve! Onun (belli bir gün) su içme hakkı var, sizin de belli bir gün su içme hakkınız vardır."
|
١٥٥
|
قَالَ هٰذِه۪ نَاقَةٌ لَهَا شِرْبٌ وَلَكُمْ شِرْبُ يَوْمٍ مَعْلُومٍۚ
|
<=> | |||
156
|
"Sakın ona bir kötülük dokundurmayın. Yoksa büyük bir günün azabı sizi yakalar."
|
١٥٦
|
وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُٓوءٍ فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابُ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ
|
<=> | |||
157
|
Derken onu kestiler, fakat pişman oldular.
|
١٥٧
|
فَعَقَرُوهَا فَاَصْبَحُوا نَادِم۪ينَۙ
|
<=> | |||
158
|
Böylece onları azap yakaladı. Şüphesiz bunda bir ibret vardır. Onların çoğu ise iman etmiş değillerdir.
|
١٥٨
|
فَاَخَذَهُمُ الْعَذَابُۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ
|
<=> | |||
159
|
Şüphesiz senin Rabbin mutlak güç sahibi ve çok merhametli olandır.
|
١٥٩
|
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟
|
<=> | |||
160
|
Lût'un kavmi de peygamberleri yalanladı.
|
١٦٠
|
كَذَّبَتْ قَوْمُ لُوطٍۨ الْمُرْسَل۪ينَۚ
|
<=> | |||
161
|
Hani kardeşleri Lût onlara şöyle demişti: "Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?"
|
١٦١
|
اِذْ قَالَ لَهُمْ اَخُوهُمْ لُوطٌ اَلَا تَتَّقُونَۚ
|
<=> | |||
162
|
"Şüphesiz ben size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim."
|
١٦٢
|
اِنّ۪ي لَكُمْ رَسُولٌ اَم۪ينٌۙ
|
<=> | |||
163
|
"Artık Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin."
|
١٦٣
|
فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ
|
<=> | |||
164
|
"Buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi olan Allah'a aittir."
|
١٦٤
|
وَمَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍۚ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلٰى رَبِّ الْعَالَم۪ينَۜ
|
<=> | |||
165
|
"Rabbinizin, sizin için yarattığı eşlerinizi bırakıyor da insanlar arasından erkeklere mi yanaşıyorsunuz? Siz gerçekten haddi aşan bir topluluksunuz."
|
١٦٥
|
اَتَأْتُونَ الذُّكْرَانَ مِنَ الْعَالَم۪ينَۙ
|
<=> | |||
166
|
"Rabbinizin, sizin için yarattığı eşlerinizi bırakıyor da insanlar arasından erkeklere mi yanaşıyorsunuz? Siz gerçekten haddi aşan bir topluluksunuz."
|
١٦٦
|
وَتَذَرُونَ مَا خَلَقَ لَكُمْ رَبُّكُمْ مِنْ اَزْوَاجِكُمْۜ بَلْ اَنْتُمْ قَوْمٌ عَادُونَ
|
<=> | |||
167
|
Dediler ki: "Ey Lût! (İşimize karışmaktan) vazgeçmezsen mutlaka (şehirden) çıkarılanlardan olacaksın!"
|
١٦٧
|
قَالُوا لَئِنْ لَمْ تَنْتَهِ۬ يَا لُوطُ لَتَكُونَنَّ مِنَ الْمُخْرَج۪ينَ
|
<=> | |||
168
|
Lût şöyle dedi: "Şüphesiz ben sizin yaptığınız bu çirkin işe kızanlardanım."
|
١٦٨
|
قَالَ اِنّ۪ي لِعَمَلِكُمْ مِنَ الْقَال۪ينَۜ
|
<=> | |||
169
|
"Ey Rabbim! Beni ve ailemi onların yaptıkları çirkin işten kurtar."
|
١٦٩
|
رَبِّ نَجِّن۪ي وَاَهْل۪ي مِمَّا يَعْمَلُونَ
|
<=> | |||
170
|
Bunun üzerine biz de onu ve geri kalanlar arasındaki yaşlı bir kadın hariç bütün ailesini kurtardık.
|
١٧٠
|
فَنَجَّيْنَاهُ وَاَهْلَـهُٓ اَجْمَع۪ينَۙ
|
<=> | |||
171
|
Bunun üzerine biz de onu ve geri kalanlar arasındaki yaşlı bir kadın hariç bütün ailesini kurtardık.
|
١٧١
|
اِلَّا عَجُوزاً فِي الْغَابِر۪ينَۚ
|
<=> | |||
172
|
Sonra diğerlerini helâk ettik.
|
١٧٢
|
ثُمَّ دَمَّرْنَا الْاٰخَر۪ينَۚ
|
<=> | |||
173
|
Onların üzerine bir yağmur (gibi taş) yağdırdık. (Başlarına gelecekler konusunda) uyarılanların yağmuru ne kadar da kötü idi!
|
١٧٣
|
وَاَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ مَطَراًۚ فَسَٓاءَ مَطَرُ الْمُنْذَر۪ينَ
|
<=> | |||
174
|
Şüphesiz bunda büyük bir ibret vardır. Onların çoğu ise iman etmiş değillerdir.
|
١٧٤
|
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ
|
<=> | |||
175
|
Şüphesiz senin Rabbin mutlak güç sahibi ve çok merhametli olandır.
|
١٧٥
|
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟
|
<=> | |||
176
|
Eyke halkı da peygamberleri yalanladı.
|
١٧٦
|
كَذَّبَ اَصْحَابُ لْـَٔيْكَةِ الْمُرْسَل۪ينَۚ
|
<=> | |||
177
|
Hani Şuayb onlara şöyle demişti: "Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?"
|
١٧٧
|
اِذْ قَالَ لَهُمْ شُعَيْبٌ اَلَا تَتَّقُونَۚ
|
<=> | |||
178
|
"Şüphesiz ben size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim."
|
١٧٨
|
اِنّ۪ي لَكُمْ رَسُولٌ اَم۪ينٌۙ
|
<=> | |||
179
|
Artık Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.
|
١٧٩
|
فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ
|
<=> | |||
180
|
"Buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi olan Allah'a aittir."
|
١٨٠
|
وَمَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍۚ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلٰى رَبِّ الْعَالَم۪ينَۜ
|
<=> | |||
181
|
Ölçüyü tam yapın. Eksik verenlerden olmayın."
|
١٨١
|
اَوْفُوا الْكَيْلَ وَلَا تَكُونُوا مِنَ الْمُخْسِر۪ينَۚ
|
<=> | |||
182
|
"Doğru terazi ile tartın."
|
١٨٢
|
وَزِنُوا بِالْقِسْطَاسِ الْمُسْتَق۪يمِۚ
|
<=> | |||
183
|
"İnsanların mallarını ve haklarını eksiltmeyin. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın."
|
١٨٣
|
وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ اَشْيَٓاءَهُمْ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْاَرْضِ مُفْسِد۪ينَۚ
|
<=> | |||
184
|
"Sizi ve önceki nesilleri yaratana karşı gelmekten sakının."
|
١٨٤
|
وَاتَّقُوا الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ وَالْجِبِلَّةَ الْاَوَّل۪ينَۜ
|
<=> | |||
185
|
Onlar şöyle dediler: "Sen ancak büyülenmişlerdensin."
|
١٨٥
|
قَالُٓوا اِنَّـمَٓا اَنْتَ مِنَ الْمُسَحَّر۪ينَۙ
|
<=> | |||
186
|
Sen sadece bizim gibi bir insansın. Biz senin yalancılardan olduğunu sanıyoruz."
|
١٨٦
|
وَمَٓا اَنْتَ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَا وَاِنْ نَظُنُّكَ لَمِنَ الْكَاذِب۪ينَۚ
|
<=> | |||
187
|
"Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi gökten üzerimize bir parça düşür."
|
١٨٧
|
فَاَسْقِطْ عَلَيْنَا كِسَفاً مِنَ السَّمَٓاءِ اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَۜ
|
<=> | |||
188
|
Şuayb, "Rabbim yaptıklarınızı en iyi bilendir" dedi.
|
١٨٨
|
قَالَ رَبّ۪ٓي اَعْلَمُ بِمَا تَعْمَلُونَ
|
<=> | |||
189
|
Onlar Şuayb'ı yalanladılar. Derken gölge gününün azabı onları yakaladı. Şüphesiz o, büyük bir günün azabı idi.
|
١٨٩
|
فَكَذَّبُوهُ فَاَخَذَهُمْ عَذَابُ يَوْمِ الظُّلَّةِۜ اِنَّهُ كَانَ عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ
|
<=> | |||
190
|
Şüphesiz bunda bir ibret vardır. Onların çoğu ise iman etmiş değillerdir.
|
١٩٠
|
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ
|
<=> | |||
191
|
Şüphesiz senin Rabbin mutlak güç sahibi ve çok merhametli olandır.
|
١٩١
|
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟
|
<=> | |||
192
|
Şüphesiz bu Kur'an, âlemlerin Rabbi'nin indirmesidir.
|
١٩٢
|
وَاِنَّهُ لَتَنْز۪يلُ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۜ
|
<=> | |||
193
|
Uyarıcılardan olasın diye onu güvenilir Ruh (Cebrail) senin kalbine apaçık Arapça bir dil ile indirmiştir.
|
١٩٣
|
نَزَلَ بِهِ الرُّوحُ الْاَم۪ينُۙ
|
<=> | |||
194
|
Uyarıcılardan olasın diye onu güvenilir Ruh (Cebrail) senin kalbine apaçık Arapça bir dil ile indirmiştir.
|
١٩٤
|
عَلٰى قَلْبِكَ لِتَكُونَ مِنَ الْمُنْذِر۪ينَۙ
|
<=> | |||
195
|
Uyarıcılardan olasın diye onu güvenilir Ruh (Cebrail) senin kalbine apaçık Arapça bir dil ile indirmiştir.
|
١٩٥
|
بِلِسَانٍ عَرَبِيٍّ مُب۪ينٍۜ
|
<=> | |||
196
|
Şüphesiz bu (Kur'an'ın indirileceği) öncekilerin kitaplarında da vardı.
|
١٩٦
|
وَاِنَّهُ لَف۪ي زُبُرِ الْاَوَّل۪ينَ
|
<=> | |||
197
|
İsrailoğulları bilginlerinin onu bilmesi, onlar (Mekke müşrikleri) için bir delil değil midir?
|
١٩٧
|
اَوَلَمْ يَكُنْ لَهُمْ اٰيَةً اَنْ يَعْلَمَهُ عُلَمٰٓؤُ۬ا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَۜ
|
<=> | |||
198
|
Biz onu Arapça bilmeyenlerden birine indirseydik ve o da bunu kendilerine okusaydı yine buna inanmazlardı.
|
١٩٨
|
وَلَوْ نَزَّلْنَاهُ عَلٰى بَعْضِ الْاَعْجَم۪ينَۙ
|
<=> | |||
199
|
Biz onu Arapça bilmeyenlerden birine indirseydik ve o da bunu kendilerine okusaydı yine buna inanmazlardı.
|
١٩٩
|
فَقَرَاَهُ عَلَيْهِمْ مَا كَانُوا بِه۪ مُؤْمِن۪ينَۜ
|
<=> | |||
200
|
İşte böylece biz onu (Kur'an'ı) suçluların kalbine soktuk.
|
٢٠٠
|
كَذٰلِكَ سَلَكْنَاهُ ف۪ي قُلُوبِ الْمُجْرِم۪ينَۜ
|
<=> | |||
201
|
Onlar, farkında olmadan ansızın kendilerine gelecek olan elem dolu azabı görüp de, "Bize mühlet verilmez mi?" demedikçe, ona inanmazlar.
|
٢٠١
|
لَا يُؤْمِنُونَ بِه۪ حَتّٰى يَرَوُا الْعَذَابَ الْاَل۪يمَۙ
|
<=> | |||
202
|
Onlar, farkında olmadan ansızın kendilerine gelecek olan elem dolu azabı görüp de, "Bize mühlet verilmez mi?" demedikçe, ona inanmazlar.
|
٢٠٢
|
فَيَأْتِيَهُمْ بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَۙ
|
<=> | |||
203
|
Onlar, farkında olmadan ansızın kendilerine gelecek olan elem dolu azabı görüp de, "Bize mühlet verilmez mi?" demedikçe, ona inanmazlar.
|
٢٠٣
|
فَيَقُولُوا هَلْ نَحْنُ مُنْظَرُونَۜ
|
<=> | |||
204
|
Bizim azabımızın çabuklaşmasını mı istiyorlar?
|
٢٠٤
|
اَفَبِعَذَابِنَا يَسْتَعْجِلُونَ
|
<=> | |||
205
|
Ey Muhammed! Ne dersin; biz onları yıllarca (dünya nimetlerinden) yararlandırsak,
|
٢٠٥
|
اَفَرَاَيْتَ اِنْ مَتَّعْنَاهُمْ سِن۪ينَۙ
|
<=> | |||
206
|
Sonra da kendilerine tehdit edildikleri şey gelse, (halleri nice olurdu?)
|
٢٠٦
|
ثُمَّ جَٓاءَهُمْ مَا كَانُوا يُوعَدُونَۙ
|
<=> | |||
207
|
(Dünyada) yararlandırıldıkları şeyler onlara fayda sağlamazdı.
|
٢٠٧
|
مَٓا اَغْنٰى عَنْهُمْ مَا كَانُوا يُمَتَّعُونَۜ
|
<=> | |||
208
|
Biz hiçbir memleketi uyarıcıları olmadıkça helak etmedik.
|
٢٠٨
|
وَمَٓا اَهْلَكْنَا مِنْ قَرْيَةٍ اِلَّا لَهَا مُنْذِرُونَۗۛ
|
<=> | |||
209
|
Bu bir hatırlatmadır. Biz zalim değiliz.
|
٢٠٩
|
ذِكْرٰى۠ۛ وَمَا كُنَّا ظَالِم۪ينَ
|
<=> | |||
210
|
O Kur'an'ı şeytanlar indirmemiştir.
|
٢١٠
|
وَمَا تَنَزَّلَتْ بِهِ الشَّيَاط۪ينُ
|
<=> | |||
211
|
Zaten bu onların harcı değildir, buna güçleri de yetmez.
|
٢١١
|
وَمَا يَنْبَغ۪ي لَهُمْ وَمَا يَسْتَط۪يعُونَۜ
|
<=> | |||
212
|
Çünkü onlar (vahyi) işitmekten uzaklaştırılmışlardır.
|
٢١٢
|
اِنَّهُمْ عَنِ السَّمْعِ لَمَعْزُولُونَۜ
|
<=> | |||
213
|
Öyle ise sakın Allah ile beraber başka bir ilaha yalvarma, sonra azaba uğratılanlardan olursun!
|
٢١٣
|
فَلَا تَدْعُ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَ فَتَكُونَ مِنَ الْمُعَذَّب۪ينَۚ
|
<=> | |||
214
|
(Önce) en yakın akrabanı uyar.
|
٢١٤
|
وَاَنْذِرْ عَش۪يرَتَكَ الْاَقْرَب۪ينَۙ
|
<=> | |||
215
|
Mü'minlerden sana uyanlara kanatlarını indir.
|
٢١٥
|
وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِمَنِ اتَّـبَعَكَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَۚ
|
<=> | |||
216
|
Eğer sana karşı gelirlerse, "Şüphesiz ben sizin yaptığınız şeylerden uzağım" de.
|
٢١٦
|
فَاِنْ عَصَوْكَ فَقُلْ اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تَعْمَلُونَۚ
|
<=> | |||
217
|
Namaza kalktığında seni ve secde edenler arasında dolaşmanı gören; mutlak güç sahibi, çok merhametli olan Allah'a tevekkül et.
|
٢١٧
|
وَتَوَكَّلْ عَلَى الْعَز۪يزِ الرَّح۪يمِۙ
|
<=> | |||
218
|
Namaza kalktığında seni ve secde edenler arasında dolaşmanı gören; mutlak güç sahibi, çok merhametli olan Allah'a tevekkül et.
|
٢١٨
|
اَلَّذ۪ي يَرٰيكَ ح۪ينَ تَقُومُۙ
|
<=> | |||
219
|
Namaza kalktığında seni ve secde edenler arasında dolaşmanı gören; mutlak güç sahibi, çok merhametli olan Allah'a tevekkül et.
|
٢١٩
|
وَتَقَلُّبَكَ فِي السَّاجِد۪ينَ
|
<=> | |||
220
|
Şüphesiz O hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
|
٢٢٠
|
اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ
|
<=> | |||
221
|
Şeytanların kime ineceğini size haber vereyim mi?
|
٢٢١
|
هَلْ اُنَبِّئُكُمْ عَلٰى مَنْ تَنَزَّلُ الشَّيَاط۪ينُۜ
|
<=> | |||
222
|
Onlar, her günahkâr yalancıya inerler.
|
٢٢٢
|
تَنَزَّلُ عَلٰى كُلِّ اَفَّاكٍ اَث۪يمٍۙ
|
<=> | |||
223
|
Bunlar da şeytanlara kulak verirler. Onların çoğu ise yalancıdır.
|
٢٢٣
|
يُلْقُونَ السَّمْعَ وَاَكْثَرُهُمْ كَاذِبُونَۜ
|
<=> | |||
224
|
Şairlere ise haddi aşan azgınlar uyarlar.
|
٢٢٤
|
وَالشُّعَرَٓاءُ يَتَّبِعُهُمُ الْغَاوُ۫نَۜ
|
<=> | |||
225
|
Görmez misin ki onlar, her vadide şaşkın şaşkın dolaşırlar ve yapmadıkları şeyleri söylerler.
|
٢٢٥
|
اَلَمْ تَرَ اَنَّهُمْ ف۪ي كُلِّ وَادٍ يَه۪يمُونَۙ
|
<=> | |||
226
|
Görmez misin ki onlar, her vadide şaşkın şaşkın dolaşırlar ve yapmadıkları şeyleri söylerler.
|
٢٢٦
|
وَاَنَّهُمْ يَقُولُونَ مَا لَا يَفْعَلُونَۙ
|
<=> | |||
227
|
Ancak iman edip salih amel işleyen, Allah'ı çok anan ve haksızlığa uğratıldıktan sonra öçlerini alanlar başka. Zulmedenler hangi akıbete uğrayacaklarını göreceklerdir.
|
٢٢٧
|
اِلَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَذَكَرُوا اللّٰهَ كَث۪يراً وَانْتَصَرُوا مِنْ بَعْدِ مَا ظُلِمُواۜ وَسَيَعْلَمُ الَّذ۪ينَ ظَلَمُٓوا اَيَّ مُنْقَلَبٍ يَنْقَلِبُونَ
|
<=> |