بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ


Onceki Sure Sonraki Sure
37 - Sâffât Sûresi
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
Rahmân ve rahîm olan Allah'ın adıyla.
1
Saf bağlayıp duranlara, haykırarak sevk edenlere ve zikri (Allah'ın kelâmını) okuyanlara andolsun ki, sizin ilahınız gerçekten bir tek ilahtır.
١
وَالصَّٓافَّاتِ صَفاًّۙ
<=>
2
Saf bağlayıp duranlara, haykırarak sevk edenlere ve zikri (Allah'ın kelâmını) okuyanlara andolsun ki, sizin ilahınız gerçekten bir tek ilahtır.
٢
فَالزَّاجِرَاتِ زَجْراًۙ
<=>
3
Saf bağlayıp duranlara, haykırarak sevk edenlere ve zikri (Allah'ın kelâmını) okuyanlara andolsun ki, sizin ilahınız gerçekten bir tek ilahtır.
٣
فَالتَّالِيَاتِ ذِ كْراًۙ
<=>
4
Saf bağlayıp duranlara, haykırarak sevk edenlere ve zikri (Allah'ın kelâmını) okuyanlara andolsun ki, sizin ilahınız gerçekten bir tek ilahtır.
٤
اِنَّ اِلٰهَكُمْ لَوَاحِدٌۜ
<=>
5
O, göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbidir. Doğuların da (Batıların da) Rabbidir.
٥
رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَرَبُّ الْمَشَارِقِۜ
<=>
6
Biz en yakın göğü zinetlerle, yıldızlarla donattık.
٦
اِنَّا زَيَّنَّا السَّمَٓاءَ الدُّنْيَا بِز۪ينَةٍۨ الْكَوَاكِبِۙ
<=>
7
Onu itaatten çıkan her şeytandan koruduk.
٧
وَحِفْظاً مِنْ كُلِّ شَيْطَانٍ مَارِدٍۚ
<=>
8
Onlar, yüce topluluğu (ileri gelen melekler topluluğunu) dinleyemezler. Kovulmaları için her taraftan taşa tutulurlar. Onlar için sürekli bir azap da vardır.
٨
لَا يَسَّمَّعُونَ اِلَى الْمَلَأِ الْاَعْلٰى وَيُقْذَفُونَ مِنْ كُلِّ جَانِبٍۗ
<=>
9
Onlar, yüce topluluğu (ileri gelen melekler topluluğunu) dinleyemezler. Kovulmaları için her taraftan taşa tutulurlar. Onlar için sürekli bir azap da vardır.
٩
دُحُوراً وَلَهُمْ عَذَابٌ وَاصِبٌۙ
<=>
10
Ancak onlardan söz kapan olur. Onu da delip geçen bir alev izler (ve yok eder).
١٠
اِلَّا مَنْ خَطِفَ الْخَطْفَةَ فَاَتْبَعَهُ شِهَابٌ ثَاقِبٌ
<=>
11
(Ey Muhammed!) Şimdi sen onlara sor: "Kendilerini yaratmak mı daha zor, yoksa yarattığımız diğer şeyleri yaratmak mı? Şüphesiz biz onları yapışkan bir çamurdan yarattık.
١١
فَاسْتَفْتِهِمْ اَهُمْ اَشَدُّ خَلْقاً اَمْ مَنْ خَلَقْنَاۜ اِنَّا خَلَقْنَاهُمْ مِنْ ط۪ينٍ لَازِبٍ
<=>
12
Hayır, sen (onların haline) şaştın onlar ise alay ediyorlar.
١٢
بَلْ عَجِبْتَ وَيَسْخَرُونَۖ
<=>
13
Kendilerine öğüt verildiği zaman öğüt almıyorlar.
١٣
وَاِذَا ذُكِّرُوا لَا يَذْكُرُونَۖ
<=>
14
Bir mucize gördükleri zaman onu alaya alıyorlar.
١٤
وَاِذَا رَاَوْا اٰيَةً يَسْتَسْخِرُونَۖ
<=>
15
(Dediler ki:) "Bu bir büyüden başka bir şey değildir."
١٥
وَقَالُٓوا اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُب۪ينٌۚ
<=>
16
"Gerçekten biz, ölüp bir toprak ve kemik yığını haline geldikten sonra mı, biz mi tekrar diriltileceğiz?"
١٦
ءَاِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَاباً وَعِظَاماً ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَۙ
<=>
17
"Önceden gelip geçmiş atalarımız da mı?"
١٧
اَوَاٰبَٓاؤُ۬نَا الْاَوَّلُونَۜ
<=>
18
De ki: "Evet, hem de siz aşağılanmış kimseler olarak (diriltileceksiniz)."
١٨
قُلْ نَعَمْ وَاَنْتُمْ دَاخِرُونَۚ
<=>
19
O ancak şiddetli bir sesten ibarettir. Bir de bakarsın ki onlar (diriltilmiş hazır) beklemektedirler.
١٩
فَاِنَّمَا هِيَ زَجْرَةٌ وَاحِدَةٌ فَاِذَا هُمْ يَنْظُرُونَ
<=>
20
Şöyle diyecekler: "Vay başımıza gelene! Bu beklenen ceza günüdür."
٢٠
وَقَالُوا يَا وَيْلَنَا هٰذَا يَوْمُ الدّ۪ينِ
<=>
21
Onlara, "İşte bu, yalanlamakta olduğunuz hüküm ve ayırım günüdür" denilir.
٢١
هٰذَا يَوْمُ الْفَصْلِ الَّذ۪ي كُنْتُمْ بِه۪ تُكَذِّبُونَ۟
<=>
22
Allah meleklere şöyle emreder: "Zulmedenleri, eşlerini ve Allah'ı bırakıp da tapmakta olduklarını toplayın, onları cehennemin yoluna koyun ve onları tutuklayın. Çünkü onlar sorguya çekileceklerdir.
٢٢
اُحْشُرُوا الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا وَاَزْوَاجَهُمْ وَمَا كَانُوا يَعْبُدُونَۙ
<=>
23
Allah meleklere şöyle emreder: "Zulmedenleri, eşlerini ve Allah'ı bırakıp da tapmakta olduklarını toplayın, onları cehennemin yoluna koyun ve onları tutuklayın. Çünkü onlar sorguya çekileceklerdir.
٢٣
مِنْ دُونِ اللّٰهِ فَاهْدُوهُمْ اِلٰى صِرَاطِ الْجَح۪يمِۙ
<=>
24
Allah meleklere şöyle emreder: "Zulmedenleri, eşlerini ve Allah'ı bırakıp da tapmakta olduklarını toplayın, onları cehennemin yoluna koyun ve onları tutuklayın. Çünkü onlar sorguya çekileceklerdir.
٢٤
وَقِفُوهُمْ اِنَّهُمْ مَسْؤُ۫لُونَۙ
<=>
25
Onlara, "Ne diye yardımlaşmıyorsunuz?" denir.
٢٥
مَا لَكُمْ لَا تَنَاصَرُونَ
<=>
26
Hayır, onlar bugün teslim olmuş kimselerdir.
٢٦
بَلْ هُمُ الْيَوْمَ مُسْتَسْلِمُونَ
<=>
27
Birbirlerine yönelip sorarlar (çekişirler).
٢٧
وَاَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ يَتَسَٓاءَلُونَ
<=>
28
Şöyle derler: "Siz bize sağdan gelirdiniz. Bize haktan yana görünürdünüz."
٢٨
قَالُٓوا اِنَّكُمْ كُنْتُمْ تَأْتُونَنَا عَنِ الْيَم۪ينِ
<=>
29
Diğerleri de onlara şöyle derler: "Hayır, siz zaten mü'min kimseler değildiniz."
٢٩
قَالُوا بَلْ لَمْ تَكُونُوا مُؤْمِن۪ينَۚ
<=>
30
"Bizim, sizin üzerinizde hiçbir hakimiyetimiz yoktu. Hatta siz azgın bir kavimdiniz."
٣٠
وَمَا كَانَ لَنَا عَلَيْكُمْ مِنْ سُلْطَانٍۚ بَلْ كُنْتُمْ قَوْماً طَاغ۪ينَ
<=>
31
"Artık Rabbimizin sözü (azap) bizim hakkımızda gerçekleşti. Biz onu mutlaka tadacağız."
٣١
فَحَقَّ عَلَيْنَا قَوْلُ رَبِّنَاۗ اِنَّا لَذَٓائِقُونَ
<=>
32
"Evet, biz sizi saptırdık. Çünkü biz de sapkın kimselerdik."
٣٢
فَاَغْوَيْنَاكُمْ اِنَّا كُنَّا غَاو۪ينَ
<=>
33
Artık onlar o gün azapta ortaktırlar
٣٣
فَاِنَّهُمْ يَوْمَئِذٍ فِي الْعَذَابِ مُشْتَرِكُونَ
<=>
34
İşte biz suçlulara böyle yaparız.
٣٤
اِنَّا كَذٰلِكَ نَفْعَلُ بِالْمُجْرِم۪ينَ
<=>
35
Çünkü onlar, kendilerine, "Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur" denildiği zaman inanmayıp büyüklük taslıyorlardı.
٣٥
اِنَّهُمْ كَانُٓوا اِذَا ق۪يلَ لَهُمْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ يَسْتَكْبِرُونَۙ
<=>
36
"Biz, deli bir şair için ilahlarımızı mı terk edeceğiz?" diyorlardı.
٣٦
وَيَقُولُونَ اَئِنَّا لَتَارِكُٓوا اٰلِهَتِنَا لِشَاعِرٍ مَجْنُونٍۜ
<=>
37
Hayır, öyle değil. O, hakkı getirmiş, (önceki) peygamberleri de tasdik etmiştir.
٣٧
بَلْ جَٓاءَ بِالْحَقِّ وَصَدَّقَ الْمُرْسَل۪ينَ
<=>
38
Şüphesiz siz mutlaka elem dolu azabı tadacaksınız.
٣٨
اِنَّكُمْ لَذَٓائِقُوا الْعَذَابِ الْاَل۪يمِۚ
<=>
39
Siz ancak işlediklerinizin karşılığı ile cezalandırılırsınız.
٣٩
وَمَا تُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَۙ
<=>
40
Ancak Allah'ın halis kulları başka.
٤٠
اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ
<=>
41
İşte onlar için belli bir rızık, meyveler vardır. Onlar ikram gören kimselerdir.
٤١
اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ رِزْقٌ مَعْلُومٌۙ
<=>
42
İşte onlar için belli bir rızık, meyveler vardır. Onlar ikram gören kimselerdir.
٤٢
فَوَاكِهُۚ وَهُمْ مُكْرَمُونَۙ
<=>
43
Onlar Naim cennetlerindedirler.
٤٣
ف۪ي جَنَّاتِ النَّع۪يمِۙ
<=>
44
Koltuklar üzerinde karşılıklı olarak otururlar.
٤٤
عَلٰى سُرُرٍ مُتَقَابِل۪ينَ
<=>
45
Onların etrafında cennet pınarından doldurulmuş, berrak ve içenlere lezzet veren kadehler dolaştırılır.
٤٥
يُطَافُ عَلَيْهِمْ بِكَأْسٍ مِنْ مَع۪ينٍۙ
<=>
46
Onların etrafında cennet pınarından doldurulmuş, berrak ve içenlere lezzet veren kadehler dolaştırılır.
٤٦
بَيْضَٓاءَ لَذَّةٍ لِلشَّارِب۪ينَۚ
<=>
47
Onda baş döndürme özelliği yoktur. Onlar, onu içmekle sarhoş da olmazlar.
٤٧
لَا ف۪يهَا غَوْلٌ وَلَا هُمْ عَنْهَا يُنْزَفُونَ
<=>
48
Yanlarında bakışlarını yalnızca kendilerine çevirmiş iri gözlü eşler vardır.
٤٨
وَعِنْدَهُمْ قَاصِرَاتُ الطَّرْفِ ع۪ينٌۙ
<=>
49
Sanki onlar (beyazlıklarıyla), saklanmış (gün yüzü görmemiş) yumurtalardır.
٤٩
كَاَنَّهُنَّ بَيْضٌ مَكْنُونٌ
<=>
50
Derken birbirlerine yönelip sorarlar.
٥٠
فَاَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ يَتَسَٓاءَلُونَ
<=>
51
İçlerinden biri der ki: "Benim bir arkadaşım vardı."
٥١
قَالَ قَٓائِلٌ مِنْهُمْ اِنّ۪ي كَانَ ل۪ي قَر۪ينٌۙ
<=>
52
"Sen de tekrar dirilmeyi tasdik edenlerden misin?" derdi.
٥٢
يَقُولُ اَئِنَّكَ لَمِنَ الْمُصَدِّق۪ينَ
<=>
53
"Gerçekten biz, ölüp bir toprak ve kemik yığını haline geldikten sonra mı, biz mi hesaba çekileceğiz?"
٥٣
ءَاِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَاباً وَعِظَاماً ءَاِنَّا لَمَد۪ينُونَ
<=>
54
Konuşan o kimse yanındakilere, "Bakar mısınız, hali ne oldu?" der.
٥٤
قَالَ هَلْ اَنْتُمْ مُطَّلِعُونَ
<=>
55
Kendisi de bakar ve onu cehennemin ortasında görür.
٥٥
فَاطَّـلَعَ فَرَاٰهُ ف۪ي سَوَٓاءِ الْجَح۪يمِ
<=>
56
Ona şöyle der: "Allah'a andolsun, neredeyse beni de helak edecektin."
٥٦
قَالَ تَاللّٰهِ اِنْ كِدْتَ لَتُرْد۪ينِۙ
<=>
57
"Rabbimin nimeti olmasaydı, mutlaka ben de cehenneme konulanlardan olmuştum."
٥٧
وَلَوْلَا نِعْمَةُ رَبّ۪ي لَكُنْتُ مِنَ الْمُحْضَر۪ينَ
<=>
58
"Nasıl, ilk ölümümüzden başka ölmeyecek miymişiz? Bize azap edilmeyecek miymiş?"
٥٨
اَفَمَا نَحْنُ بِمَيِّت۪ينَۙ
<=>
59
"Nasıl, ilk ölümümüzden başka ölmeyecek miymişiz? Bize azap edilmeyecek miymiş?"
٥٩
اِلَّا مَوْتَتَنَا الْاُو۫لٰى وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّب۪ينَ
<=>
60
Şüphesiz bu (cennetteki nimetlere ulaşmak) büyük bir başarıdır.
٦٠
اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ
<=>
61
Çalışanlar böylesi için çalışsınlar!
٦١
لِمِثْلِ هٰذَا فَلْيَعْمَلِ الْعَامِلُونَ
<=>
62
Ziyafet olarak bu mu daha hayırlı, yoksa zakkum ağacı mı?
٦٢
اَذٰلِكَ خَيْرٌ نُزُلاً اَمْ شَجَرَةُ الزَّقُّومِ
<=>
63
Şüphesiz biz onu zalimler için bir imtihan aracı kıldık.
٦٣
اِنَّا جَعَلْنَاهَا فِتْنَةً لِلظَّالِم۪ينَ
<=>
64
O, cehennemin dibinde biten bir ağaçtır.
٦٤
اِنَّهَا شَجَرَةٌ تَخْرُجُ ف۪ٓي اَصْلِ الْجَح۪يمِۙ
<=>
65
Onun meyveleri sanki şeytanların kafalarıdır.
٦٥
طَلْعُهَا كَاَنَّهُ رُؤُ۫سُ الشَّيَاط۪ينِ
<=>
66
Cehennemlikler ondan yiyecekler ve onunla karınlarını dolduracaklardır.
٦٦
فَاِنَّهُمْ لَاٰكِلُونَ مِنْهَا فَمَالِؤُ۫نَ مِنْهَا الْبُطُونَۜ
<=>
67
Sonra onlar için bunun üstüne kaynar sudan karışık bir içecek vardır.
٦٧
ثُمَّ اِنَّ لَهُمْ عَلَيْهَا لَشَوْباً مِنْ حَم۪يمٍۚ
<=>
68
Sonra onların dönüşleri mutlaka cehennemedir.
٦٨
ثُمَّ اِنَّ مَرْجِعَهُمْ لَاِلَى الْجَح۪يمِ
<=>
69
Çünkü onlar babalarını sapık kimseler olarak buldular.
٦٩
اِنَّهُمْ اَلْفَوْا اٰبَٓاءَهُمْ ضَٓالّ۪ينَۙ
<=>
70
Kendileri de onların izinden koşa koşa gitmektedirler.
٧٠
فَهُمْ عَلٰٓى اٰثَارِهِمْ يُهْرَعُونَ
<=>
71
Andolsun, onlardan önce, evvelkilerin çoğu da sapmıştı.
٧١
وَلَقَدْ ضَلَّ قَبْلَهُمْ اَكْثَرُ الْاَوَّل۪ينَۙ
<=>
72
Andolsun, biz onlara da uyarıcılar göndermiştik.
٧٢
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا ف۪يهِمْ مُنْذِر۪ينَ
<=>
73
Bak, uyarılanların sonu nasıl oldu!
٧٣
فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُنْذَر۪ينَۙ
<=>
74
Ancak Allah'ın ihlâslı kulları başka.
٧٤
اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ۟
<=>
75
Andolsun, Nûh bize dua edip seslenmişti. Biz ne güzel cevap vereniz!
٧٥
وَلَقَدْ نَادٰينَا نُوحٌ فَلَنِعْمَ الْمُج۪يبُونَۚ
<=>
76
Onu ve ailesini o büyük sıkıntıdan kurtardık.
٧٦
وَنَجَّيْنَاهُ وَاَهْلَهُ مِنَ الْكَرْبِ الْعَظ۪يمِۘ
<=>
77
Onun neslini yeryüzünde kalanlar kıldık.
٧٧
وَجَعَلْنَا ذُرِّيَّتَهُ هُمُ الْبَاق۪ينَۘ
<=>
78
Sonradan gelenler arasında ona güzel bir ad bıraktık.
٧٨
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْاٰخِر۪ينَۘ
<=>
79
Âlemler içinde Nûh'a selam olsun!
٧٩
سَلَامٌ عَلٰى نُوحٍ فِي الْعَالَم۪ينَ
<=>
80
İşte biz iyilik yapanları böyle mükafatlandırırız.
٨٠
اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ
<=>
81
Çünkü o, bizim mü'min kullarımızdandı.
٨١
اِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِن۪ينَ
<=>
82
Sonra biz, diğerlerini suda boğduk.
٨٢
ثُمَّ اَغْرَقْنَا الْاٰخَر۪ينَ
<=>
83
Şüphesiz İbrahim de onun taraftarlarından idi.
٨٣
وَاِنَّ مِنْ ش۪يعَتِه۪ لَاِبْرٰه۪يمَۢ
<=>
84
Hani o, Rabbine temiz bir kalple gelmişti
٨٤
اِذْ جَٓاءَ رَبَّهُ بِقَلْبٍ سَل۪يمٍ
<=>
85
Hani babasına ve kavmine şöyle demişti: "Siz neye tapıyorsunuz?"
٨٥
اِذْ قَالَ لِاَب۪يهِ وَقَوْمِه۪ مَاذَا تَعْبُدُونَۚ
<=>
86
"Allah'ı bırakıp da bir takım uydurma ilahlar mı istiyorsunuz?"
٨٦
اَئِفْكاً اٰلِهَةً دُونَ اللّٰهِ تُر۪يدُونَۜ
<=>
87
"O halde Âlemlerin Rabbi hakkında görüşünüz nedir?"
٨٧
فَمَا ظَنُّكُمْ بِرَبِّ الْعَالَم۪ينَ
<=>
88
İbrahim yıldızlara baktı ve "Ben hastayım" dedi.
٨٨
فَنَظَرَ نَظْرَةً فِي النُّجُومِۙ
<=>
89
İbrahim yıldızlara baktı ve "Ben hastayım" dedi.
٨٩
فَقَالَ اِنّ۪ي سَق۪يمٌ
<=>
90
Bunun üzerine arkalarını dönüp ondan uzaklaştılar.
٩٠
فَتَوَلَّوْا عَنْهُ مُدْبِر۪ينَ
<=>
91
İbrahim onların putlarının tarafına gizlice gitti ve şöyle dedi: "Yemez misiniz?"
٩١
فَرَاغَ اِلٰٓى اٰلِهَتِهِمْ فَقَالَ اَلَا تَأْكُلُونَۚ
<=>
92
"Ne diye konuşmuyorsunuz?"
٩٢
مَا لَكُمْ لَا تَنْطِقُونَ
<=>
93
Derken üzerlerine yürüyüp onlara güçlü bir darbe indirdi.
٩٣
فَرَاغَ عَلَيْهِمْ ضَرْباً بِالْيَم۪ينِ
<=>
94
Kavmi (telaş içinde) koşarak ona doğru geldi.
٩٤
فَاَقْبَلُٓوا اِلَيْهِ يَزِفُّونَ
<=>
95
İbrahim şöyle dedi: "Yonttuğunuz putlara mı tapıyorsunuz?"
٩٥
قَالَ اَتَعْبُدُونَ مَا تَنْحِتُونَۙ
<=>
96
"Oysa Allah sizi de, yaptığınız şeyleri de yaratmıştır."
٩٦
وَاللّٰهُ خَلَقَكُمْ وَمَا تَعْمَلُونَ
<=>
97
Kavmi, "Onun için bir bina yapın, (içinde ateş yakın) ve onu ateşe atın" dedi.
٩٧
قَالُوا ابْنُوا لَهُ بُنْيَاناً فَاَلْقُوهُ فِي الْجَح۪يمِ
<=>
98
Böylece ona bir tuzak kurmak istediler. Biz de onları en alçak kimseler kıldık.
٩٨
فَاَرَادُوا بِه۪ كَيْداً فَجَعَلْنَاهُمُ الْاَسْفَل۪ينَ
<=>
99
İbrahim şöyle dedi: "Ben Rabbime (onun emrettiği yere) gideceğim. O bana yol gösterecektir."
٩٩
وَقَالَ اِنّ۪ي ذَاهِبٌ اِلٰى رَبّ۪ي سَيَهْد۪ينِ
<=>
100
"Ey Rabbim! Bana salihlerden olacak bir çocuk bağışla."
١٠٠
رَبِّ هَبْ ل۪ي مِنَ الصَّالِح۪ينَ
<=>
101
Biz de ona uysal bir oğul müjdeledik.
١٠١
فَبَشَّرْنَاهُ بِغُلَامٍ حَل۪يمٍ
<=>
102
Çocuk kendisiyle birlikte koşup yürüyecek yaşa gelince İbrahim ona, "Yavrum, ben rüyamda seni boğazladığımı gördüm. Düşün bakalım, ne dersin?" dedi. O da, "Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın" dedi.
١٠٢
فَلَمَّا بَلَغَ مَعَهُ السَّعْيَ قَالَ يَا بُنَيَّ اِنّ۪ٓي اَرٰى فِي الْمَنَامِ اَنّ۪ٓي اَذْبَحُكَ فَانْظُرْ مَاذَا تَرٰىۜ قَالَ يَٓا اَبَتِ افْعَلْ مَا تُؤْمَرُۘ سَتَجِدُن۪ٓي اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ مِنَ الصَّابِر۪ينَ
<=>
103
Nihayet her ikisi de (Allah'ın emrine) boyun eğip, İbrahim de onu (boğazlamak için) yüz üstü yere yatırınca ona, şöyle seslendik: "Ey İbrahim!"
١٠٣
فَلَمَّٓا اَسْلَمَا وَتَلَّهُ لِلْجَب۪ينِۚ
<=>
104
Nihayet her ikisi de (Allah'ın emrine) boyun eğip, İbrahim de onu (boğazlamak için) yüz üstü yere yatırınca ona, şöyle seslendik: "Ey İbrahim!"
١٠٤
وَنَادَيْنَاهُ اَنْ يَٓا اِبْرٰه۪يمُۙ
<=>
105
"Gördüğün rüyanın hükmünü yerine getirdin. Şüphesiz biz iyilik yapanları böyle mükafatlandırırız."
١٠٥
قَدْ صَدَّقْتَ الرُّءْيَاۚ اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ
<=>
106
"Şüphesiz bu apaçık bir imtihandır."
١٠٦
اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْبَلٰٓؤُا الْمُب۪ينُ
<=>
107
Biz, (İbrahim'e) büyük bir kurbanlık vererek onu (İsmail'i) kurtardık.
١٠٧
وَفَدَيْنَاهُ بِذِبْحٍ عَظ۪يمٍ
<=>
108
Sonradan gelenler arasında ona güzel bir ad bıraktık.
١٠٨
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْاٰخِر۪ينَ
<=>
109
İbrahim'e selam olsun.
١٠٩
سَلَامٌ عَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ
<=>
110
İyilik yapanları işte böyle mükafatlandırırız.
١١٠
كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ
<=>
111
Çünkü o mü'min kullarımızdandı.
١١١
اِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِن۪ينَ
<=>
112
Biz onu salihlerden bir peygamber olarak İshak ile de müjdeledik.
١١٢
وَبَشَّرْنَاهُ بِاِسْحٰقَ نَبِياًّ مِنَ الصَّالِح۪ينَ
<=>
113
Onu da İshak'ı da uğurlu kıldık. Her ikisinin nesillerinden iyilik yapanlar da vardı, kendine apaçık zulmedenler de.
١١٣
وَبَارَكْنَا عَلَيْهِ وَعَلٰٓى اِسْحٰقَۜ وَمِنْ ذُرِّيَّتِهِمَا مُحْسِنٌ وَظَالِمٌ لِنَفْسِه۪ مُب۪ينٌ۟
<=>
114
Andolsun, biz Mûsâ'ya ve Hârûn'a da lütufta bulunduk.
١١٤
وَلَقَدْ مَنَنَّا عَلٰى مُوسٰى وَهٰرُونَۚ
<=>
115
Onları ve kavimlerini o büyük sıkıntıdan kurtardık.
١١٥
وَنَجَّيْنَاهُمَا وَقَوْمَهُمَا مِنَ الْكَرْبِ الْعَظ۪يمِۚ
<=>
116
Onlara yardım ettik de onlar galip gelenler oldular.
١١٦
وَنَصَرْنَاهُمْ فَكَانُوا هُمُ الْغَالِب۪ينَۚ
<=>
117
Biz onlara (hükümlerimizi) açıklayan Kitab'ı (Tevrat'ı) verdik.
١١٧
وَاٰتَيْنَاهُمَا الْكِتَابَ الْمُسْتَب۪ينَۚ
<=>
118
Onları doğru yola ilettik.
١١٨
وَهَدَيْنَاهُمَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَق۪يمَۚ
<=>
119
Sonradan gelenler arasında onlara güzel birer ad bıraktık.
١١٩
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِمَا فِي الْاٰخِر۪ينَ
<=>
120
Mûsâ'ya ve Hârûn'a selam olsun.
١٢٠
سَلَامٌ عَلٰى مُوسٰى وَهٰرُونَ
<=>
121
Şüphesiz biz iyilik yapanları böyle mükafatlandırırız.
١٢١
اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ
<=>
122
Çünkü onlar mü'min kullarımızdan idiler.
١٢٢
اِنَّهُمَا مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِن۪ينَ
<=>
123
Şüphesiz İlyas da peygamberlerden idi.
١٢٣
وَاِنَّ اِلْيَاسَ لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَۜ
<=>
124
Hani kavmine şöyle demişti: "Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?"
١٢٤
اِذْ قَالَ لِقَوْمِه۪ٓ اَلَا تَتَّقُونَ
<=>
125
"Yaratıcıların en güzelini, sizin ve geçmiş atalarınızın Rabbi olan Allah'ı bırakarak "Ba'l'e mi tapıyorsunuz?"
١٢٥
اَتَدْعُونَ بَعْلاً وَتَذَرُونَ اَحْسَنَ الْخَالِق۪ينَۙ
<=>
126
"Yaratıcıların en güzelini, sizin ve geçmiş atalarınızın Rabbi olan Allah'ı bırakarak "Ba'l'e mi tapıyorsunuz?"
١٢٦
اَللّٰهَ رَبَّكُمْ وَرَبَّ اٰبَٓائِكُمُ الْاَوَّل۪ينَ
<=>
127
Onu yalanladılar. Bu sebeple onlar (cehenneme) götürüleceklerdir.
١٢٧
فَكَذَّبُوهُ فَاِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَۙ
<=>
128
Ancak Allah'ın ihlâslı kulları başka.
١٢٨
اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ
<=>
129
Sonradan gelenler içerisinde ona güzel bir ad bıraktık.
١٢٩
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْاٰخِر۪ينَ
<=>
130
İlyas'a selam olsun
١٣٠
سَلَامٌ عَلٰٓى اِلْ يَاس۪ينَ
<=>
131
Şüphesiz biz iyilik yapanları böyle mükafatlandırırız
١٣١
اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ
<=>
132
Çünkü o bizim mü'min kullarımızdandı.
١٣٢
اِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِن۪ينَ
<=>
133
Şüphesiz Lût da peygamberlerdendi.
١٣٣
وَاِنَّ لُوطاً لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَۜ
<=>
134
Hani biz onu ve geride kalanlar arasındaki yaşlı bir kadın (kâfir olan eşi) dışında bütün ailesini kurtarmıştık.
١٣٤
اِذْ نَجَّيْنَاهُ وَاَهْلَـهُٓ اَجْمَع۪ينَۙ
<=>
135
Hani biz onu ve geride kalanlar arasındaki yaşlı bir kadın (kâfir olan eşi) dışında bütün ailesini kurtarmıştık.
١٣٥
اِلَّا عَجُوزاً فِي الْغَابِر۪ينَ
<=>
136
Sonra da diğerlerini yok ettik.
١٣٦
ثُمَّ دَمَّرْنَا الْاٰخَر۪ينَ
<=>
137
Şüphesiz sizler (yolculuklarınız sırasında) sabah akşam onların (harap olmuş) yurtlarına uğrayıp duruyorsunuz. Hâlâ düşünmeyecek misiniz?
١٣٧
وَاِنَّكُمْ لَتَمُرُّونَ عَلَيْهِمْ مُصْبِح۪ينَۙ
<=>
138
Şüphesiz sizler (yolculuklarınız sırasında) sabah akşam onların (harap olmuş) yurtlarına uğrayıp duruyorsunuz. Hâlâ düşünmeyecek misiniz?
١٣٨
وَبِالَّيْلِۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ۟
<=>
139
Şüphesiz Yûnus da peygamberlerdendi.
١٣٩
وَاِنَّ يُونُسَ لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَۜ
<=>
140
Hani o kaçıp yüklü gemiye binmişti.
١٤٠
اِذْ اَبَقَ اِلَى الْفُلْكِ الْمَشْحُونِۙ
<=>
141
Gemidekilerle kur'a çekmiş ve kaybedenlerden olmuştu.
١٤١
فَسَاهَمَ فَكَانَ مِنَ الْمُدْحَض۪ينَۚ
<=>
142
Böylece, Yûnus kendini kınayıp dururken balık onu yuttu.
١٤٢
فَالْتَقَمَهُ الْحُوتُ وَهُوَ مُل۪يمٌ
<=>
143
Eğer o, Allah'ı tespih edip yüceltenlerden olmasaydı, mutlaka insanların diriltileceği güne kadar balığın karnında kalırdı.
١٤٣
فَلَوْلَٓا اَنَّهُ كَانَ مِنَ الْمُسَبِّح۪ينَۙ
<=>
144
Eğer o, Allah'ı tespih edip yüceltenlerden olmasaydı, mutlaka insanların diriltileceği güne kadar balığın karnında kalırdı.
١٤٤
لَلَبِثَ ف۪ي بَطْنِه۪ٓ اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ
<=>
145
Derken biz onu hasta bir halde sahile attık.
١٤٥
فَنَبَذْنَاهُ بِالْعَرَٓاءِ وَهُوَ سَق۪يمٌۚ
<=>
146
Üzerine geniş yapraklı bir ağaç bitirdik.
١٤٦
وَاَنْبَتْنَا عَلَيْهِ شَجَرَةً مِنْ يَقْط۪ينٍۚ
<=>
147
Biz onu yüz bin, yahut daha fazla insana peygamber olarak gönderdik.
١٤٧
وَاَرْسَلْنَاهُ اِلٰى مِائَةِ اَلْفٍ اَوْ يَز۪يدُونَۚ
<=>
148
Nihayet onlar iman ettiler. Biz de onları bir süreye kadar geçindirdik.
١٤٨
فَاٰمَنُوا فَمَتَّعْنَاهُمْ اِلٰى ح۪ينٍۜ
<=>
149
Ey Muhammed! Onlara sor: Kız çocukları Rabbinin de, erkek çocukları onların mı?
١٤٩
فَاسْتَفْتِهِمْ اَلِرَبِّكَ الْبَنَاتُ وَلَهُمُ الْبَنُونَۙ
<=>
150
Yoksa biz melekleri dişi olarak yaratmışız da onlar şahid mi bulunuyorlarmış?
١٥٠
اَمْ خَلَقْنَا الْمَلٰٓئِكَةَ اِنَاثاً وَهُمْ شَاهِدُونَ
<=>
151
İyi bilin ki onlar kendi uydurmaları olarak, "Allah çocuk sahibi oldu" diyorlar. Onlar elbette yalan söylüyorlar.
١٥١
اَلَٓا اِنَّهُمْ مِنْ اِفْكِهِمْ لَيَقُولُونَۙ
<=>
152
İyi bilin ki onlar kendi uydurmaları olarak, "Allah çocuk sahibi oldu" diyorlar. Onlar elbette yalan söylüyorlar.
١٥٢
وَلَدَ اللّٰهُۙ وَاِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ
<=>
153
Yoksa Allah kızları erkeklere tercih mi etti?
١٥٣
اَصْطَفَى الْبَنَاتِ عَلَى الْبَن۪ينَۜ
<=>
154
Neyiniz var? Nasıl hüküm veriyorsunuz!
١٥٤
مَا لَكُمْ۠ كَيْفَ تَحْكُمُونَ
<=>
155
Hiç düşünmüyor musunuz?
١٥٥
اَفَلَا تَذَكَّرُونَۚ
<=>
156
Yoksa sizin apaçık bir deliliniz mi var?
١٥٦
اَمْ لَكُمْ سُلْطَانٌ مُب۪ينٌۙ
<=>
157
Eğer doğru söyleyen kimseler iseniz getirin (bu delili içeren) kitabınızı!
١٥٧
فَأْتُوا بِكِتَابِكُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
<=>
158
Allah ile cinler arasında da nesep bağı kurdular. Oysa cinler de kendilerinin Allah'ın huzuruna getirileceklerini bilirler.
١٥٨
وَجَعَلُوا بَيْنَهُ وَبَيْنَ الْجِنَّةِ نَسَباًۜ وَلَقَدْ عَلِمَتِ الْجِنَّةُ اِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَۙ
<=>
159
Allah onların nitelendirdiği şeylerden uzaktır, yücedir.
١٥٩
سُبْحَانَ اللّٰهِ عَمَّا يَصِفُونَۙ
<=>
160
Ancak Allah'ın ihlâslı kulları bunlar gibi değildir.
١٦٠
اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ
<=>
161
(Ey müşrikler!) Ne siz ve ne de taptıklarınız cehenneme gireceklerden başkasını kandırıp Allah'ın yolundan saptırabilirsiniz.
١٦١
فَاِنَّكُمْ وَمَا تَعْبُدُونَۙ
<=>
162
(Ey müşrikler!) Ne siz ve ne de taptıklarınız cehenneme gireceklerden başkasını kandırıp Allah'ın yolundan saptırabilirsiniz.
١٦٢
مَٓا اَنْتُمْ عَلَيْهِ بِفَاتِن۪ينَۙ
<=>
163
(Ey müşrikler!) Ne siz ve ne de taptıklarınız cehenneme gireceklerden başkasını kandırıp Allah'ın yolundan saptırabilirsiniz.
١٦٣
اِلَّا مَنْ هُوَ صَالِ الْجَح۪يمِ
<=>
164
(Melekler derler ki:) "Bizim her birimizin bilinen bir makamı vardır."
١٦٤
وَمَا مِنَّٓا اِلَّا لَهُ مَقَامٌ مَعْلُومٌ
<=>
165
"Şüphesiz biz (orada) saf duranlarız."
١٦٥
وَاِنَّا لَنَحْنُ الصَّٓافُّونَۚ
<=>
166
"Şüphesiz biz (Allah'ı) tespih edip yüceltenleriz."
١٦٦
وَاِنَّا لَنَحْنُ الْمُسَبِّحُونَ
<=>
167
Müşrikler) şunu da söylüyorlardı: "Eğer yanımızda öncekilere verilen kitaplardan bir kitap olsaydı, elbette biz ihlâslı kullar olurduk."
١٦٧
وَاِنْ كَانُوا لَيَقُولُونَۙ
<=>
168
Müşrikler) şunu da söylüyorlardı: "Eğer yanımızda öncekilere verilen kitaplardan bir kitap olsaydı, elbette biz ihlâslı kullar olurduk."
١٦٨
لَوْ اَنَّ عِنْدَنَا ذِ كْراً مِنَ الْاَوَّل۪ينَۙ
<=>
169
Müşrikler) şunu da söylüyorlardı: "Eğer yanımızda öncekilere verilen kitaplardan bir kitap olsaydı, elbette biz ihlâslı kullar olurduk."
١٦٩
لَكُنَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ
<=>
170
Fakat (kitap gelince) onu inkar ettiler. Yakında (sonlarının ne olacağını) bilecekler.
١٧٠
فَكَفَرُوا بِه۪ۚ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ
<=>
171
Andolsun, peygamber olarak gönderilen kullarımız hakkında şu sözümüz geçmişti
١٧١
وَلَقَدْ سَبَقَتْ كَلِمَتُنَا لِعِبَادِنَا الْمُرْسَل۪ينَۚ
<=>
172
"Onlara mutlaka yardım edilecektir."
١٧٢
اِنَّهُمْ لَهُمُ الْمَنْصُورُونَۖ
<=>
173
"Şüphesiz ordularımız galip gelecektir."
١٧٣
وَاِنَّ جُنْدَنَا لَهُمُ الْغَالِبُونَ
<=>
174
O halde bir süreye kadar onlardan yüz çevir
١٧٤
فَتَوَلَّ عَنْهُمْ حَتّٰى ح۪ينٍۙ
<=>
175
Gözetle onları, yakında onlar da görecekler.
١٧٥
وَاَبْصِرْهُمْ فَسَوْفَ يُبْصِرُونَ
<=>
176
Yoksa onlar azabımızı acele mi istiyorlar?
١٧٦
اَفَبِعَذَابِنَا يَسْتَعْجِلُونَ
<=>
177
Fakat azabımız onların yurtlarına indiğinde o uyarılmış olanların sabahı ne kötü olur!
١٧٧
فَاِذَا نَزَلَ بِسَاحَتِهِمْ فَسَٓاءَ صَبَاحُ الْمُنْذَر۪ينَ
<=>
178
Ey Muhammed! Bir süreye kadar onlardan yüz çevir.
١٧٨
وَتَوَلَّ عَنْهُمْ حَتّٰى ح۪ينٍۙ
<=>
179
(Bekle ve) gör. Onlar da yakında görecekler.
١٧٩
وَاَبْصِرْ فَسَوْفَ يُبْصِرُونَ
<=>
180
Senin Rabbin; kudret ve şeref sahibi olan Rab, onların nitelendirdiği şeylerden uzaktır, yücedir.
١٨٠
سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَۚ
<=>
181
Peygamberlere selam olsun.
١٨١
وَسَلَامٌ عَلَى الْمُرْسَل۪ينَۚ
<=>
182
Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur.
١٨٢
وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ
<=>
Onceki Sure Sonraki Sure